Bookmark and Share
RAVZAGÜLLERİ   HABERLER



Üsküdar İlçesi, doğuda Ümraniye, güneyde Kadıköy ilçeleri, batı ve kuzeybatıda İstanbul Boğazı, kuzeyde de Beykoz İlçesi’ne komşudur. İlçe bu sınırlar içinde 35 km’lik bir alan kaplar. Batısı denizdir. Kırsal yerleşmesi olmayan Üsküdar İlçesi, 52 mahalleden oluşur.

1918 ve 1924’de ayrı vilayet yapılan Üsküdar, 1926’daki yönetsel düzenlemeler sırasında ilçe yapılarak İstanbul Vilayeti’ne bağlandı.

Üsküdar'ın tarihçesi M.Ö. 1000 yıllarında Fenikeliler'in biri Kalhedon (Kadıköy), diğeri Moda Burnu'nda olmak üzere iki liman kentini kurmaları ile başlar. Fenikeliler, şimdiki Salacak Sahili'nden, Kızkulesi'ne doğru uzanan sığlık kısmı büyük taşlarla doldurarak bir mendirek oluşturmuşlar ve ticaret iskeleleri ile terhanelerini Salacak Limanı'nda kurmuşlardır. M.Ö. 675'de Akalar, M.Ö. 513'de Pers Kralı Dareios, M.Ö. 410'dan M.Ö. 333'e kadar Atina egemenliğinde kalan Üsküdar, M.Ö. 333'de İskender İmparatorluğu'nun bir parçası olmuştur. M.Ö. 129'da Roma İmparatorluğu'nun egemenliğine girmişse de, M.Ö. 89'dan M.Ö. 63'e yani Pontus Kralı Mihirdad'ın ölümüne kadar geçen sürede Klakhedonya ve Skütariyon, Pontus Egemenliğin'de kalmıştır. M.Ö. Roma İmparatorluğu egemenliğine geçmiş ve tam 458 sene bu imparatorluğun hakimiyetinde kalmıştır.

M.S 395'de Roma İmparatorluğu'nun ikiye bölünmesi ile Üsküdar'da Doğu Roma İmparatorluğu yani Bizans Egemenliği Dönemi başlamıştır. Bu dönemde Üsküdar, önemli ticaret ve konaklama merkezi olmuştur. Bizans Dönemi'nde değişik tarihlerde İran ve Arapların istilasına uğramıştır. 859'da Harun Reşid, Üsküdardan geçmiş ve İstanbul'u kuşatmıştır. Abbasilerin hizmetinde bulunan Seyyid Battal Gazi, İstanbul'daki Müslümanların gözcülüğünü yapmak amacıyla, Üsküdar'da, şimdiki Ayazma Camii civarında yedi sene muhafızlık yapmıştır.

1078'de Selçuklu Türkleri tarafından ele geçirilen Üsküdar, Haçlı Savaşları sırasında tarihinin en dehşet yağma ve talanına maruz kalmıştır. II. Haçlı Seferi sırasında Haydarpaşa - İbrahimağa - Ayrılık Çeşmesi arasındaki bölge Fransa Kralı Louis ile Alman İmparatoru Konrad'ın komuta ettiği Haçlı Ordularına karargah vazifesi görmüştür. IV. Haçlı Seferi'nde ise yağma ve talana maruz kalan ilk yer İmparatorun şimdiki Harem'de bulunan Haremus Sarayı olmuş, İmparator hazinesini alıp Trakya' ya kaçınca Üsküdar'da 1204' den 1261'e kadar tam 57 senelik Latin egemenliği başlamıştır.

Türkler 'in kontrolünde kalmış fakat I. Haçlı Seferi ile buraları terk etmeye mecbur olmuşlar ve bu bölge ancak Osmanlı İmparatorluğu döneminde tekrar Türk idaresine girmiştir. Yıldırım Bayezid, Anadoluhisar'ını yaptırınca, Osmanlı Padişahları Rumeli'ye geçişte Üsküdar - Anadoluhisarı istikametini kullanmayı bir gelenek haline getirmişlerdir. İstanbul'un Türkler tarafından fethedilmesinden sonra Üsküdar hızla gelişme göstermiş, kesin ve kalıcı iskan başlamıştır. Bu arada 91 cami veya mescit, 51 tekke, 12 hamam , 11 kervansaray, 2 imaret 7 medrese , 260 çeşme, 5 büyük iskele, 2 darüşşifa, 2 menzilhane, tabhane, sıbyan mektebi, kütüphane, darülhadis, sebil ve posta teşkilatı ile bir çok padişah, sultan, paşa ve devlet adamlarının sarayları, yalı ve köşkleri ile süslenmiştir.

Bütün Osmanlı Tarihi Dönemi'nde Anadolu, Mısır, İran, Hicaz, Irak, Kafkasya, Suriye üzerine yapılan seferlerde Üsküdar, Osmanlı Padişahı ve devlet adamlarının konaklama ve dinlenme yeri olarak kullanılmıştır. Sefere, çıkan Osmanlı Padişahları Doğancılar'da kurulan Otağ Çadırında kalırlar, Valiliği'ni Anadolu sancaklarında yapan Osmanlı şehzadeleride tahta oturmak için Anadolu'dan Üsküdar'a gelir, buradan saltanat kayığı ile İstanbul'a geçerlerdi.

M.Ö. 7. yy.’da bir Grek kolonisi olarak kurulan Halkedon’un (Kadıköy) iskelesi ve tersaneleri, bugünkü Üsküdar’ın yerleştiği alanda bulunur ve buraya Hrisopolis (Altın Şehir) denirdi. Yörenin bu adla anılması çeşitli biçimlerde yorumlanmaktadır. Pers işgali sırasında Anadolu Yarımadası’ndaki kavimlerden ve halktan vergi olarak toplanan altınlar buradaki hazinelerde saklandığı için yöreye bu adın yakıştırıldığı söylenmektedir. Bir başka yoruma göre, Agamemnon’un oğlu Krizes kaçarak Anadolu’ya gelmiş ve Üsküdar’da öldüğü için şehir onun adıyla anılmıştır. Kimileri de, günbatımında evleri karşı yakadan yaldızlı gibi göründüğü için Üsküdar’a Altın Şehir adının verildiğini söylemektedir. Üsküdar adıysa, kimi kaynaklara öre Farsça “ulak” anlamına gelen “Eskudari”ten türemiştir.

İstanbul'un fethinden sonra II.Mehmed (Fatih), Üsküdar'dan kaçan Rumların yerine Anadolu'dan gelen Türkleri yerleştirmiştir. Ancak Üsküdar'ın fetih sırasında 100 yıldan beri Türklerin elinde olması ve karşılaştırma yapmaya olanak verecek belgelerin bulunmaması nedeniyle, fetihten sonra nüfusunun ne kadar arttığını saptamak mümkün olamamaktadır. II.Mehmed döneminde İstanbul'un iskan bölgelerinin yönetsel açıdan 4 kadılığa ayrılmasıyla Üsküdar da bir kadılık olmuş ve Galata ile Haslar kadılıklarıyla birlikte Bilad-ı Selase adı verilen üçlüyü oluşturmuştur. 1471'de Vezir Rum Mehmed Paşa tarafından yaptırılan ve Paşa'nın adını taşıyan Tabhaneli Cami ve Türbe ile, günümüze ulaşamamış olan medrese ve hamam, Üsküdar'daki en eski Osmanlı yapılarındandır.

Üsküdar'ın Osmanlı dönemindeki önemli bir özelliği de, her yıl Mekke ve Medine'ye gidecek hacı adaylarının oluşturduğu Surre-i Hümayun'un törenlerle buradan uğurlanmasıdır.

1471’de Vezir Rum Mehmed Paşa tarafından yaptırılan ve Paşa’nın adını taşıyan Tabhaneli Cami ve Türbe ile, günümüze ulaşamamış olan medrese ve hamamın yanı sıra başta Kızkulesi, olmak üzere Üsküdar’da birçok tarihi eser bulunmaktadır.


Kız Kulesi

Üsküdar’ın sembolü haline gelen kule, Üsküdar’da Bizans Devrinden kalan tek eserdir. M.Ö. 2475 yıllarına kadar uzanan tarihi bir geçmişe sahip olan kule, Karadeniz’in Marmara ile kucaklaştığı yerde minicik bir ada üzerinde kurulmuştur. Bazı Avrupalı tarihçiler buraya Lean’dır Kulesi derler. Kule hakkında pek çok rivayetler bulunmaktadır.

Evliya Çelebi kuleyi şöyle tarif eder. "Deniz içinde karadan bir ok atımı uzak, dört köşe, sanatkarane yapılmış bir yüksek kuledir. Yüksekliği tam seksen arşundur. Sathı mesehası ikiyüz adımdır. İki tarafına bakan yerde kapısı vardır." Bu gün gördüğümüz kulenin temelleri ve alt katın mühim kısımları Fatih devri yapısıdır.

Kulenin etrafındaki sahanlık geniş taşlarla kaplanmıştır. Üstündeki madalyon halindeki bir mermer levhada, kuleye şimdiki şeklini veren Sultan ll. Mahmud’un, Hattat Rasim’in kaleminden çıkmış 1832 tarihli bir tuğrası vardır. Kulenin Eminönü tarafı daha genişçe olup burada bir de sarnıç vardır.

KIZ KULESİ EFSANELERİ

Kız Kulesi ile ilgili anlatılan ilk hikaye; Ovidius'un kaydettiği bir aşk hikayesidir. Hero ile Leandros adlı iki gencin hüzünlü aşkını anlatan bu hikaye, Hero'nun kuleden ayrılmasıyla başlar. Hero, Afrodit'in rahibelerindendir ve aşkla yasaklıdır. Hero yıllar sonra Afrodit'in tapınağında yapılan bir törene katılmak için kuleden ayrılır ve orada Leandros ile karşılaşır. Birbirine aşık olan iki genç, Leandros'un gece kuleye yüzerek gelmesi ile aşklarını kutsarlar.

Kız Kulesi her gece iki gencin gizli aşkına ve yasak sevişmelerine tanıklık eder. Leandros'un yüzerek kuleye geldiği fırtınalı bir günde Hero'nun, Leandros'un yolunu bulması için yaktığı sevda ateşinin feneri söner. Karanlıkta yolunu kaybeden Leandros boğazın sularında boğulur. Sevgilisinin öldüğünü gören Hero da kendini Kız Kulesi'nden boğazın sularına bırakır.

Kavuşamayan aşıklara atfen anlatılan bu hikayeden başka bir de; Kleopatra'nın sonuna benzer bir sonun anlatıldığı bir "Yılan" hikayesi vardır. Kehanete göre kralın birine, çok sevdiği kızının onsekiz yaşına geldiğinde bir yılan tarafından sokularak öleceği söylenir. Bunun üzerine kral denizin ortasındaki bu kuleyi onararak kızını buraya yerleştirir. Kaderin kaçınılmazlığını kanıtlarcasına, kuleye gönderilen üzüm sepetinden çıkan bir yılan, prensesin tenine süzülerek zehrini boşaltır. Kral kızına demirden bir tabut yaptırarak Ayasofya'nın giriş kapısının üstüne yerleştirir. Bugün bu tabutun üstünde iki delik vardır. Yılanın, ölümünden sonra da onu rahat bırakmadığına dair hikayeler anlatılır.

En son anlatılan hikaye ise Osmanlı dönemi ile ilgilidir. Battal Gazi'nin askerleri ile Kız Kulesi'ne baskın yaparak kuleye saklanan hazinelerin ve Üsküdar Tekfuru'nun kızını kaçırdığı ile ilgili hikayedir. Evliya Çelebi’nin notlarına göre Arap komutan Battal Gazi İstanbul’u Bizans’ın elinden almak için Emevi ordularıyla birlikte gelir, Kız Kulesi önündeki kıyıya mevzilenir. Bir süre sonra Battal, İstanbul’un Asya kıyılarında kontrolü ele geçirince dönemin İstanbul tekfuru kızını ve hazinesini Kız Kulesine saklar ama Battal Gazi çoktan tekfur kızına gönlünü kaptırmıştır. Bir gece Kız Kulesine girmeyi başarır. Battal Gazi tekfurun kızı ve hazinelerini aldıktan sonra Üsküdar'dan atına atlayıp oradan uzaklaşmıştır. Çokça bilinen "Atı alan Üsküdar'ı geçti" lafı bu hikayeden gelir. Daha sonra Tekfur'un kızını Afyon'a kaçırır ve bir kaleye yerleştirir. Fakat bir gece Battal Gazi kalenin dışında uyurken, kaledeki sevgilisi düşman askerlerinin geldiğini görür ve Battal'ı uyandırmak için taş atar ama ne yazık ki o taş Battal'ı şehit eder. Bu hikayeden günümüze gelen bir diğer şey de küçük kulemizin ismi ile ilgilidir. Diğer efsanelerdeki prenseslere de atfen Türkler buraya Kız Kulesi ismini vermişlerdir.

- Etiketler: , , , , , , , , , , , Gönderen ravzagulleri zaman: 18:20