Bookmark and Share
RAVZAGÜLLERİ   HABERLER

Insanligi hakka ve hakikata sevkedip dünya ve ahiret saadetlerini saglamak üzere Allah Teala tarafindan gönderilen peygamberlerin sonuncusu ve alemlerin rahmeti olan Peygamber Efendimiz, genellikle kabul edildigine göre 20 Nisan (12 Rabiulevvel) 571 Pazartesi günü Mekke’de dogdu. Islam tarihi kaynaklari, Hz. Peygamber’in nesebi ta Hz. Adem’e kadar siralanan Secere tablolari ile belirlemislerdir. Bu kaynaklarda Hz. Peygamber’in yirminci göbekten atasi olan Adnan’a kadar ittifak edilmis, ancak Adnan’dan sonra verilen isimlerde bazi farkliliklar ortaya çikmistir. Ama O’nun Hz. Ibrahim’in oglu Hz. Ismail soyundan oldugunda süphe yoktur. Buna göre Adnan’a kadar Rasulullah’in seceresi söylece siralanir: Muhammed b. Abdullah b. Abdülmuttalib b. Ha-sim b. Abdümenaf b. Kusayy b. Kilab b. Mürre b. Ka’b b. Lüeyy b. Galib b. Fihr b. Malik b. En-Nadr b. Kinane b. Huzeyme b. Müdrike b. Ilyas b. Mudar b. Nizar b. Me’add b. Adnan.
Hz. Peygamber’in dogumundan iki ay kadar önce babasi Abdullah, ticarî bir seferden dönüsünde Yesrib (Medine)’de vefat etmisti. Annesi Amine, Kureys Kabilesinin kollarindan Benü Zühre’nin reisi Vehb b. Abdümenaf’in kiz idi. O siralarda Mekke esrafi, çocuklarini çölde bir süt anneye vererek emzirme adetine sahip olduklari için Hz. Peygamber, kendi annesi Amine tarafindan ancak bir kaç kez emzirilmis, süt anneye verilinceye kadar da amcasi Ebu Leheb’in cariyesi Süveybe, O’na süt annelik yapmisti. Daha sonra Mekke’ye komsu çöllerde yasayan Hevazin kabilesinin kollarindan Benü Sa’d’a mensup Halîme bint Ebî Züeyb, uzun süre Hz. Peygamber’e süt emzirmistir. Mekke esrafi tarafindan Mekke’nin agir ve sicak havasi çocuklarin gelisimine ve sagliklarina zararli görülüyor; ayrica hac münasebetiyle her kesimden insanla temas halinde bulunan Mekke’de arap dili, yabanci tesirler altinda kalabildiginden, fesahat ve belagata önem veren Mekkeliler çocuklarinin dili ögrendikleri ilk yillarinin Arapçanin saf ve bozulmamis sekliyle ve olanca fesahat ve belagatiyla ari duru konusuldugu badiyelerde geçmesini gerekli görüyorlardi. Bu bakimdan Araplar arasinda fasih Arapçalari ile ün yapmis Benü Sa’d kabilesi arasinda yaklasik ilk iki buçuk yilini geçiren Hz. Peygamber, ileride üstlenecegi ilahî risalet görevi için hem bedenen, hem de ruhen burada hazirlanmis oluyordu. Hz. Peygamber’in kirk yasindan itibaren yürüttügü Islam’a davet vazifesi, kabul etmek gerekir ki, aslinda mesakkatli, yorucu, bir takim sikintilari olan mukaddes bir vazifedir. Iste bu yorucu ve mesakkatli görevi layikiyla yerine getirebilmek için saglam ve sihhatli bir bünyeye sahip olmak gerekiyordu. Hz. Peygamber, böylelikle çocuklugunun ilk yillarinda Mekke’nin bogucu sicak ve sitmali havasindan uzaklasmis, suyu ve havasi güzel bâdiyede saglikli bir sekilde gelisme imkanini bulmus oluyordu. Diger taraftan güzel konusmanin kitleler üzerindeki etkisi malumdur. Ileride muhtelif insan kitlelerine muhatap olacak bir peygamberin süphesiz iyi bir dil bilgisine sahip olmasi ve dili, davasinin ugrunda en iyi sekilde kullanmasi gerekiyordu. Iste bu yönlerden Hz. Peygamber henüz çocuklugundan itibaren davet faaliyeti için hazirlaniyordu. Yalniz kendisi henüz o siralarda ileride peygamber olacagi konusunda hiç bir bilgiye sahip olmadigindan, bu hazirlanma O’nun bizzat iradesi ile ve bilerek olmayip, Cenab-i Hakk’in yönlendirmesi, kontrol ve murakabe altinda tutmasi seklinde cereyan ediyordu. Peygamber Efendimizin süt annesi Halime’nin yaninda iken vuku bulan "Gögsünün yarilmasi" (Serhu’s-Sadr veya Sak-ku’s-Sadr) olayini da yine davete hazirlik olarak degerlendirmek gerekir. Bu olayda Hz. Peygamber’in gögsü, görevli iki melek tarafindan yarilmis, kalbi çikarilarak Seytanin ve nefsin tasallut ve saptirmasindan arindirilmis ve Zemzem’le yikanarak tekrar yerine konulmustur. Böylece Hz. Peygamber, ruhen davete hazirlanmis oluyordu.
Serhu’s-sadr olayindan sonra süt anne Halime tarafindan Mekke’ye getirilerek öz annesi Amine ve dedesi Abdülmuttalib’e teslim edilen Hz. Muhammed, alti yasina kadar annesi Amine’nin yaninda kaldi. Bu siralarda Amine, Hz. Peygamber’i de yanina alarak Medine’deki akrabalarini ziyarete gitmisti. Bu vesile ile, alti yil kadar önce Medine’de ölen esinin kabrini de ziyaret etmis olacakti. Bir ay süren bir misafirlikten sonra Mekke’ye dönerken henüz Medine’den pek fazla uzaklasmadan Ebvâ denilen köyde Amine aniden rahatsizlandi ve vefat etti; oraya da defnedildi. Artik hem yetim, hem de öksüz kalan çocugu bu yolculukta kendilerine refakat eden dadi Ümmü Eymen Mekke’ye getirip dedesi Abdülmuttalib’e teslim etti. Yasli dede, kalben büyük bir muhabbet besledigi bu yavruyu sevgi ve rahmetle iki yil bagrina basti. Abdülmuttalib’in temsil ettigi Hasimogullarinin Mekke’deki itibari ile Abdülmuttalib’in sahsî özellik, kabiliyet ve ahlaki faziletleri ve özellikle bir zamanlar yeri kaybolan kutsal Zemzem suyunu olgunluk devrelerinden tekrar bulup çikarmis olmasi, onun Mekke’de kendisine son derece saygi duyulan, sözüne itibar ve itaat edilen bir reis haline gelmesini saglamisti. Abdülmuttalib, Kabe duvarina bitisik olarak sirf kendisine mahsus serilen minderde ve Mekke idare meclisi hüviyetini tasiyan Daru’n-Nedve’de Mekke halkinin çesitli problemlerini dinler ve çözüm yollari arardi. Dedesi Abdülmutta-ib’in yanindan hiç ayrilmayan küçük Muhammed, Daru’n-Nedve’de yapilan idareye ve çesitli problemlere ait müzakerelerde de dedesinin yaninda bulunuyor ve daha o yaslarindan itibaren zulmün hakim oldugu Mekke toplumunda ortaya çikan problemleri, insanlarin dinî, idarî, iktisadî, ilmî, içtimaî yönlerden nasil bir batakligin içinde bulunduklarini yakindan görüp idrak ediyordu. Hz. Peygamber sekiz yasina geldigi zaman Abdülmuttalib seksen iki yasina erismisti ve yasli bünye, ugradigi hastaliklara tahammül edemeyerek bu dünyadan ayrildi. Abdülmuttalib vefatindan önce sevgili torununu ogullari arasinda, Hz. Muhammed’in babasi Abdullah’la ana-baba bir kardes olan Ebû Talib’e teslim etmisti. Artik Hz. Muhammed sekiz yasindan yirmibes yasina kadar amcasi Ebû Talib’in yaninda kalmistir.
Gelecekte peygamber olacagi hakkinda ne kendisinin ne de çevresinin kesin bir bilgisi olmadigindan, tabiîdir ki Hz. Peygamber’in bu devrelerdeki hayati hakkinda fazla bilgimiz yoktur. Ancak sadece Hz. Peygamber’i degil, ayni zamanda diger Mekkelileri de ilgilendiren bazi olaylarda Hz. Peygamber’in aldigi yer ve oynadigi rol, kaynaklarimizda tespit edilmistir. Bu devreye ait mevcut bilgiler arasinda süphesiz önemli olanlarindan birisi, Hz. Peygamber’in Rahib Bahîra ile karsilasmasi meselesidir. Hz. Peygamber on iki yaslarinda iken amcasi Ebû Talib ile birlikte Sam’a dogru yol alan ticarî bir kervana katilmis ve kafile Sam yakinlarinda Busrâ adli bir mevkide mola verdigi zaman buradaki manastirda bulunan Bahîra adli rahib, Islam kaynaklarina göre Hz. Peygamber’deki özelliklere bakarak O’nun ileride çikmasi beklenilen son peygamber olabilecegi kanaatine varmisti. Müstesrikler bu olayi kendi yanli bakis açilari ile ele alarak islam’in dogusunda Hristiyan rühiyatinin etkileri oldugunu, Rahib Bahîra’nin dinî telkinlerinin tesirinde kalan Hz. Muhammed’in bu dinî suuru gelistirerek ileride Islam’i ortaya attigini iddia ederlerse de, Islamiyet’in temelini olusturan tevhid akidesi ile Hristiyanligin temeli olan teslis inancinin asla bagdasamaz bir karakterde olusu, Islam’in Hristiyanlik’da mevcut teslis düsüncesini sirk olarak kabul etmesi, bu iddianin ne derece asilsiz gülünç oldugunun en açik delillerindendir.
Hz. Peygamber, bu ilk seferin ardindan daha sonraki, yillarda diger amcalari ile birlikte Mekke, disina yapilan bazi ticari seferlere katilmis, muhtelif bölgelerde yasayan insanlarin farklilik arzeden dinleri, örf ve adetleri, hal ve vaziyetleri hakkinda bilgi sahibi olmustur. Peygamber Efendimizin daha sonralari Islam’i teblig ederken bu bilgilerinden istifade etmesi tabiî olduguna göre cereyan eden bu olaylari da O’nun peygamberlige ilmen hazirlanmasi olarak degerlendirmek gerekir. Cenab-i Hakk’in kontrol ve murakabesi, müstakbel Peygamberi ruhen de davete hazirliyor ve cahiliye döneminin her türlü sirk ve sapikligindan, kötülük ve ahlaksizligindan uzak tutuyordu. Mekkelilerin dinî bir ayini ve bayrami olan Büvane’ye çocukluk yillarinda amca ve halalarinin zorlamalari ile götürülen Hz. Muhammed, adet üzere diger akrabalarinin yaptigi sekilde burada hazir bulundurulan bir puta tapmak için siraya girdiginde, henüz kendisine sira gelmeden ilahi bir ikaz ile puta tapmaktan alikonulmus ve olayin hasyeti içerisinde Hz. Peygamber kisa bir bayginlik geçirmisti. Bu olaydan sonra artik akrabalari O’na putlara tapmak için her harhangi bir israrda bulunmadilar. Tabiidir ki Peygamber Efendimiz çocukluk yillarindan itibaren hayati boyunca asla hiç bir puta tapmadigi gibi, onlar adina kurban kesmemis, putlar adina kesilen hayvanlarin etini yememis, onlar adina yemin etmemis, hatta onlarin adini dahi agzina almaktan hoslanmadigini belirtmisti. Geçim sikintisi çeken amcasi Ebu Talib’e yardirci olmak için gençlik yillarinda Mekkelilere ücretle çobanlik, yapan Hz. Muhammed, çobanligi sirasinda Mekke’nin dagdagali, debdebeli, sirkin hakim oldugu havasindan uzaklasarak tabiatla karsi karsiya gelmis, bu anlarda muhakeme ve idrak gücü geliserek herseyin yaraticisi olan Cenab-i Allah’in varligi ve birligini, O’na esler kosmanin sapiklik oldugunu iyice kavramis, karsilastigi bir takim sikinti ve mesakkatler O’nu ruhen olgunlastirmisti. Çobanlik yaptigi günlerden birisinde sürüsünü bir çoban arkadasina emanet ederek Mekke’de tertiplenen gece eglencelerini seyretmek için kirdan sehire inen Hz. Peygamber, eglence yerine gelip oturur oturmaz Cenab-i Hakk’in kendisine verdigi bir uyku ile, içkilerin içildigi, oyunlarin oynandigi, ahlaksizliklarin yapildigi bu isret alemini seyretmekten dahi alikonulmustu. Bir baska sefer yine böyle bir eglenceyi seyretme arzusu ayni sekilde engellenmis; artik bir daha da Hz. Peygamber böyle bir seye tesebbüs etmemis, istek de duymamisti. Hz. Peygamber yirmi yaslarinda iken Mekkeliler ile Hevazin kabilesi arasinda Ficar Harbi vuku buldu. Aslinda savasabilecek bir yasta ve güçte olmasina ragmen Hz. Peygamber bu harpte sadece savas alaninin gerisine düsen oklari toplayip amcalarina vermekle yetinmisti. Böylece genellikle cephe gerisinde bulunmasina ragmen bu olayin O’nda harp taktik ve teknikleri, sevk ve komuta gibi konularda tecrübeler olusturdugu bir gerçektir. Peygamberliginden sonra dahi hatirladigi zaman bir üye olarak katilmaktan seref ve iftihar duydugunu açikça belirttigi Hilfü’l-Fudul ise hemen bu savastan sonra gerçeklesmisti. Bu vesile ile Hz. Peygamber, cemiyet meselelerini yakînen tanimis, cahiliye toplumunda güçlünün güçsüzü nasil ezdigini, güç ve kuvvet karsisinda zalimlerin nasil eriyip titredigini örnekleriyle görmüstü. Yirmibes yasinda bizzat kendisinin idare ettigi bir ticaret kervani Hz. Muhammed’i Hz. Hatice ile karsilastirdi ve aralarinda gerçeklesen evlilik, Hz. Muhammed’in amcasi Ebû Talib’in yanindan ayrilip yeni bir aile yuvasi kurmasini sagladi. Hz. Peygamber’in bu evlilik dolayisiyla Hz. Hatice’den alti çocugu olmustu. Bunlardan dördü kiz olup Zeyneb, Rukiyye, Ümmü Külsüm ve Fatima adlarini almislardi. Bunlarin dördü de babalarinin peygamberligine erismisler ve O’na iman ederek hicret etmislerdir. Ogullari ise Kasim ve Abdullah adini tasiyordu. Hz. Peygamber’in ilk oglunun adi Kasim oldugu için kendisine Ebu’l-Kasim künyesi verilmisti. Bazi kaynaklar bunlardan baska Hz. Peygamber’in Tayyib ve Tahir adinda iki oglu daha oldugunu zikrederken, diger bazi kaynaklar bu son iki ismin Abdullah’in lakabi oldugunu belirtmislerdir. Hicretten sonra dogan oglu Ibrahim ise Misirli cariye Mariye’dendir. Hz. Peygamber’in bütün erkek çocuklari henüz küçük yaslarda vefat etmislerdi. Hz. Hatice ile evliliginden sonra Peygamber Efendimiz ailenin geçimini ticaret yoluyla saglamaya çalismis, bazan ortaklik yoluyla, bazan müstakil olarak ticaret yapmisti. Hz. Muhammed, bu ticarî muamelelerindeki dürüstlügü, dogru sözlülügü, ahde vefasi, adil ve alicenab davranislari, herkes hakkinda iyimser gelen iyilik ve yardimi yapmasi, yoksulun, muhtacin elinde tutmasi, yakinlarina ve akrabalarina karsi gösterdigi ilgi, ahlakî olgunluk ve ruhî üstünlükleri ile derhal temayüz etmis, çevrede herkesin güvenip itibar ettigi, sayip sevdigi bir kisi haline gelmisti. Bu sebeple Mekkeliler kendisine "el-Emîn = güvenilir kisi" lakabini vermislerdi. Hz. Peygamber’in otuz bes yasinda iken meydana gelen Kabe tamiri olayi ve bu olay sirasinda el-Haceru’l Esved’in yerine konmasi meselesinde Mekke Sülaleleri arasinda çikan ve kanli bir çatismaya dönüsme temayülü gösteren anlasmazligi herkesi memnun edecek bir tarzda ve adil bir sekilde çözmesi, O’na duyulan güveni daha da artirmisti. Allah’in mukaddes evi Kabe’nin tamiri dolayisiyla herkeste oldugu gibi Hz. Muhammed’de de dinî duygu ve heyecanlar süphesiz harekete geçmistir. Bu sebeple O’nda bu yillardan itibaren Rabbi ile basbasa kalma arzusu görülür. Bir de buna toplum içinde islenen haksizliklar, zulümler, ahlaksizliklar, din adina icra edilen sapiklik ve akilsizliklar eklenecek olursa, Hz. Muhammed’in böylesi cahilî bir toplumdan kendisini uzak tutarak yalniz, sessiz, sakin bir magarada bir süre uzlete çekilmesinin sebebi daha iyi anlasilir. Artik otuz bes yasindan itibaren Hz. Peygamber, belli zamanlarda özellikle Ramazan ayi boyunca Mekke’den uzaklasiyor, uzlet yeri olarak kendisine seçtigi Hira dagindaki bir magarada günlerini geçirerek Cenab-i Hakk’in varligini, birligini, kudret ve azametini, O’nun gücü karsisinda mahlukatin aczini ve zayifligini düsünüyor; Rab Teala’nin insanlara sonsuz nimetlerini, buna karsi insanoglunun nankörlügünü, onlarin dinî, siyasî, içtimai, ahlakî vs. yönlerden içerisine düstükleri kötü durumlari hatirliyordu, iste bu uzlet, günleri Hz. Peygamber’i ruhi, ahlakî bir olgunluga götürdügü gibi tefekkür ve istidlal melekelerini gelistirerek aklî ve ilmî bir yücelige de eristirdi.

- Etiketler: , , , , Gönderen ravzagulleri zaman: 12:54